SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

VİTR BAHSİ

<< 1463 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ النُّفَيْلِيُّ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِسْحَقَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيِّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عُقْبَةَ بْنِ عَامِرٍ قَالَ بَيْنَا أَنَا أَسِيرُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَ الْجُحْفَةِ وَالْأَبْوَاءِ إِذْ غَشِيَتْنَا رِيحٌ وَظُلْمَةٌ شَدِيدَةٌ فَجَعَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَتَعَوَّذُ بِأَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ وَأَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ وَيَقُولُ يَا عُقْبَةُ تَعَوَّذْ بِهِمَا فَمَا تَعَوَّذَ مُتَعَوِّذٌ بِمِثْلِهِمَا قَالَ وَسَمِعْتُهُ يَؤُمُّنَا بِهِمَا فِي الصَّلَاةِ

 

Ukbe b. Âmir (r.a.)'den; demiştir ki:

 

Ben Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte Cuhfe ile Ebvâ arasında giderken, birden bire bizi rüzgâr ve zifiri bir karanlık kapladı. Bunun üzerine Resûiullah (s.a.v.) (Felak ve Nas) süreleriyle (Allah'a) sığınmaya başladı. (Bir taraftan da) Bana;

 

“Ey Ukbe! O ikisiyle korun, hiçbir sığıma (korunucu) onların benzeri ile korunmadı." (Allah'a sığınılacak en efdal sureler bunlardır) buyuruyordu.

 

(Sonra) Ben, Resulullah (s.a.v.)'i, bize o iki sûre ile namaz kıldırırken dinledim.

 

 

İzah:

Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, II, 394.

 

Cuhfe: Mekke ile Medine arasında Râbiğ yakınlarında bir yerin adıdır. Burası Mısır ve Suriye istikâmetinden, hacca gi­denlerin ihrama girdikleri yer (Mikat)dır. Sel, bu bölgenin ahâlisini alıp gö­türdüğü için "Cuhfe" adı verilmiştir. Bugün cuhfenin tam yeri bilinmemekte, onun için ihram yeri olarak Rabiğ kullanılmaktadır. Rabiğ, Kızıl Deniz isti­kâmetinde meşhur bir yerdir.

 

Ebvâ: Burası da Mekke ve Medine arasında bir yerdir. Cuhfenin biraz kuzeyindedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in annesi Âmine'nin kabri Ebvâ'dadır.

 

Hadis metninde açıkça görüldüğü gibi Ukbe b. âmir, Hz. Peygamberle beraber Cuhfe ile Ebvâ arasında giderlerken, birden bire bir rüzgâr çıkıp karanlık çökmüş Resulullah (s.a.v.) de Felâk ve Nâs surelerini okuyarak gelecek olan belâlardan Allah'a sığınmaya başlamıştır. Efendimiz Ukbe b. Amir (r.a.)'e de aynı şeyi yapmasını tavsiye etmiş ve musîbet anlarında okunacak, Allah'a sığınılacak surelerin en Önemlilerinin Felak ve Nâs sureleri olduğu­nu bildirmiştir. Hz. Ukbe'nin "ben Resulüllah'ı o iki sureyi okuyarak bize namaz kıldırırken dinledim" demesi, hem o surelerin faziletine hem de bu surelerin Kur'an'dan olmadığına dâir olan çok zayıf bir iddianın geçersizli­ğine işaret etmektedir.

 

Sığınmak yönünden bu surelerin seçilmesi, her iki surenin kendisine sığı­nılacak zat (Allah) ve kendisinden korunulacak şeyleri ihtiva etmekte olma­larındandır.    ,

 

Felak Suresine: " = Sabahın Rabbine sığınırım" di­yerek başlayan bir kimse, itikat ve ameldeki her türlü zulmeti yok etmesi için ilâhî feyzi istiyor demektir. Çünkü sabah, ışıkların yayıldığı bereketlerin in­diği, rızıklann taksim edildiği vakittir. Bütün bunlar kendisine sığınılan Zat-ı Bâriye münâsibtir.

 

" = Yaratıkarm şerrinden" ifadesi, canlı cansızlar­dan dünyada ve âhirette bedene veya mala zararı dokunanların tümünün şer­rini içine almaktadır. Bu bakımdan genel bir ifadedir." = Karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin şerrinden" cümlesi, tüm yaratıkların genel olarak anılmasından sonra özel olarak zikr edilmiştir. Çünkü gece ve karanlık, insanların en gafil olduğu, etraflarında olup bitenlerden haberdâr olmadıkları zamanlardır. Dolayısıy­la kötülük ve şerre gündüzden daha uygundur."  = Dü­ğümlere üfürenlerin şerrinden." Bundan maksat, büyücü sihirbazlardır. İnsanlara zarar vermek için entrikalar çevirerek büyü yaptıklarından dolayı bu zümre de özel olarak zikredilmiştir. " = Ve hased edenin, hased ettiği zaman şerrinden." Bu cümlede de, hased edenlerin ve­receği zarar özel olarak anılmıştır. Çünkü kalbini hased ateşi saran gözü dön­müş insanların veremeyecekleri zarar yoktur.

 

Nas sûresindeki İnsanla­rın göğüslerine dâima vesvese veren cin ve insandan olan sinsi şeytanın şerrinden" ifadeleri, şerlerinden korunulacakları en belîğ bir şekilde ortaya koymaktadır. Çünkü şeytanın şerri, tüm insanların serlerine denk, belki da­ha fazladır. Zira şeytan bir kimsenin kalbine vesvese verip oraya te'sir ettiği zaman küfür, dalâlet, bid'at gibi tüm kötülüklerin doğmasına sebeb olur. Bundan dolayı kendisine sığınılan Allah da " = De ki insanların Rabbine, insanların mâlikine, insanların Ma'budunu sığınırım" ifadeleri ile anılmıştır. Nas suresini okuyarak şeytanın şerrinden korunmak isteyen kişi sanki, "İnsanlara vesvese veren sinsî şeytanın şerrin­den onları nimetleriyle besleyip büyüten, kahr ve kuvveti ile onlara sahib olan, kendisinden başka sığınılacak biri olmayan ma'budlanna sığınırım" demiş olur. Bu ifadelerin kendisine sığınanı korumak için Cenâb-ı Hakk'ın rah­metinin inmesine vesile olması yönünden ne kadar belîğ olduğu açıktır.

 

İşte bunlardan dolayı Felak ve Nâs sureleri kendileri ile Allah'a sığını­lan surelerin en efdalleridir.

 

Bu surelerin nüzulüne sebeb Lebîd b. el-A'sam adındaki bir Yahudinin Hz.Peygamber'e büyü yapmış olmasıdır. Müfessirlerin ifâde ettiklerine gö­re Yahudiler Hz. Peygamber'e büyü yapmak için uğraşmışlar fakat muvaf­fak olamamışlar. Sonra Lebîd b. el-A'sam'a giderek üç dinar karşılığı Hz. Peygambere büyü yapmasını istemişler. Lebîd de denileni yapmıştır. Lebîd'in büyüsü, Hz. Peygamber'in suretinde yapılmış bir heykelciğe saplanmış on bir iğne ve bir kirişe (bükülmüş barsaktan yapılmış sağlam ipe) vurulmuş on bir düğümden ibaretti. Hz. Peygamber (s.a.v.)'e sihir yapılmış olarak kırk gün veya altı ay ya da bir sene geçti. Buhârî, Müslim ve İbn Mâce'nin Hz. Aişe'den rivayet ettikleri haberden anlaşıldığına göre, Resûlullah bunu bir'1 gece yanına gelen iki melekten öğrendi. Bunun üzerine beş âyetten ibaret oları "Felak" ve altı âyetlik "Nas" sureleri nazil oldu. Efendimiz bu surelerden bir ayet okudukça kirişteki bir düğüm çözüldü, heykelcikteki her bir iğneyi çıkarınca da vücudunda bir acı akabinde de bir rahatlık duydu.

 

Buharî, Müslim ve İbn Mâce'nin yukarıda işaret edilen rivayeti şöyle­dir: Hz. Aişe der ki:

 

ResulüIIah (s.a.v.)'a büyü yapıldı. O kadar ki, yapmadığı bir şeyi yaptı­ğını zanneder hale geldi. Bir gün -veya gece- Allah'a tekrar tekrar dua etti. Sonra bana:

 

"Ey Aişe! Biliyor musun Allah bana kendisinden istediğim -bana şifa verecek- şeyi verdi" buyurdu.

 

O nedir, ya Resulellah? dedim. Şu karşılığı verdi;

 

"Bana iki adam gelip birisi baş ucuma, diğeri de ayak ucuma oturdu. Baş ucumda olan ayak ucumdakine -ya da ayak ucumdaki baş ucumdakine-;

 

Bu zâtın hastalığı ne? diye sordu.

 

Sinirlenmiş dedi.

 

Ona kim sihir yapmış?

 

Lebîd b. el-A'sam.

 

Ne ile?

 

Bir tarak saç ve sakal tarantısı, erkek hurmanın kurumuş çiçek kap­çığında,

 

O nerede?

 

Zervân kuyusunda."

 

Hz. Aişe dedi ki: "Resulullah (s.a.v.) ashabından bir grubla o kuyuya gitti. Geldiğinde bana:

 

“Ya Aişe! Vallahi o kuyunun suyu sanki kına şırası, etrafındaki hur­ma da şeytanların başı gibidir," buyurdu.

 

Onu yakmadın mı? Ya Resulullah! dedim.

 

"Hayır, ama Allah bana şifa verdi. İnsanlara ondan bir şer yaymak istemedim. Ancak o kuyunun gömülmesini (kapatılmasını) emr ettim."[Buhari, bed'ul-halk, tıb; edeb; da'vet, Müslim, selâm]

 

İbn Merdûye'nin îbn Abbas'tan yaptığı rivayetten anlaşıldığına göre hadis-i şerifte bahsi geçen iki adam, Cebrail ve Mikâil'dirler.

 

Bazı âlimler Peygamber (s.a.v.)'e büyü yapıldığını söylemenin doğru ol­mayacağını, çünkü bunun, onun güvenirliğini ihlâl manasına geldiğini söy­leyerek yukarıdaki Aişe hadisini inkâr etmişlerdir. Asrımız mütefekkirlerinden Seyyid Kutub da FizUâli'l-Kur'an adındaki tefsirinde Hz. Peygamber'e bü­yü yapıldığını bildiren haberin âhad olduğunu ahadın da akide konusunda delil olmayacağını söyleyerek bu konudaki rivayetleri doğru bulmadığını söyler.[Fi Zılâli'l-Kur'ân, 30, 294.]

 

Bazı âlimlere göre, bu iddialar hem sahih hadisler hem de ashab-ı kira­mın icmâı ile reddedilmiştir. Onların Hz. Peygamber'e büyü isnadını, onun doğruluğuna olan güvenin sarsılmasına sebeb olacağı tarzındaki endişeleri yerinde değildir. Çünkü Efendimize yapılan büyünün eseri, kalbinde ve ak­lında değil, vücudunun diğer uzuvlarında idi. Bu da diğer hastalıklar gibi beşerî arazlardandır. Peygamberlik makamına zarar vermez.

 

Kadı Iyaz bu olay hakkındaki itirazları ve onlara verilen cevabı özet ola­rak şöyle ifade eder:

 

Âişe (r.anha) hadisinin çeşitli rivayetleri, sihrin Hz. Peygamberin aklı­na ve kalbine değil, cesedine musallat olduğunu gösterir. Onun bazı hanım­larına yaklaşmadığı halde yaklaştığını zannettiği veya yapmadığı bazı şeyleri yaptığını zannettiğine dâir olan rivayetler, onun bedenî rahatsızlıkları ile ala­kadardır. Meselâ hanımlarından birisini arzu edip ona yaklaştığı anda, sihir tesirini gösterip cima imkânı bulamıyor, fakat cima etmiş gibi oluyordu. Ya da o yanılmaları akıl ve kalb yanılması değil, göz yanılması idi. Zaten Hz. Peygamber'in defalarca dua etmesi ve neticede gördüklerini Hz. Aişe'ye an­latması büyünün Hz. Peygamber'in aklına tesir etmediğini gösterir.

 

Âlûsî, Rûhu'l-Meânî adındaki tef şirinde,Hz. Peygambere büyü yapıl­ması  hâdisesine  temas  ederek  bunu  kabul  etmeyenleri reddeder ve: Zâlimler,siz ancak büyülenmiş adama uyuyorsunuz derler"[İsrâ 47] âyet-i kerimesinin, üzerinde durduğumuz büyü hâ­disesi ile alakalı olmadığım söyler. Çünkü kâfirlerin âyet-i kerimede geçen "büyülenmiş adam" sözlerinden maksat, "deli adam" olmalıdır, ki Resu-lüllah (s.a.v.) bundan tamamen uzaktır. Şayet onların "büyülenmiş" sözünün hakiki mânâsını kast ettikleri kabul edilse bile, yine âyet-i kerime ile bu bü­yü olayı arasında münâsebet yoktur. Çünkü işaret edilen âyet, Resûlüllah (s.a.v.)'a büyü yapılmasından çok önce nazil olmuştur.

 

Ehl-i sünnetten birkaçı ve Mu'tezile dışındaki tüm âlimler, sihrin mev­cut olduğu hususunda müttefiktirler.

 

Sihir yapanın itikadî durumu ve ona uygulanacak ceza konusunda, is­lâm alimleri muhtelif görüşlere sahiptirler. Allâme Teftezânî çoğunluğun, büyücünün kâfir olacağı görüşünde olduklarını söyler. Ebu Mansûr el-Mâturidî, eğer sihir imanın ihlâline sebeb oluyorsa küfür, olmuyorsa değildir" der. Yine âlimlerin çoğuna göre büyücünün cezası ölümdür.

 

Sihir ve sihirbazlık konusunda 2874 ve 3883 numaralı hadislerde izahat gelecektir.

 

Bu ve bundan evvelki hadisler, Felak ve Nâs surelerinin faziletine ve bun­ların Kur'an'dan iki sure olduğuna işaret etmektedirler. İbn Mes'üd (r.a.)'dan, bunların Kur'an'dan olmadığına dair rivayetler varsa da, bu konudaki ha­disler ve onların Kur'an'dan olduğuna dair rivayetler varsa da, bu konudaki hadisler ve onların Kur'an'dan olduğuna dair sahabenin icma'ı karşısında bu rivayetlerin hiçbir değeri yoktur. Âlûsî bu surelerin Kur'an'dan oldukla­rı konusunda icma olduğunu, dolayısıyle bugün onların Kur'an'dan olma­dığını iddia edenin kâfir olacağını, İbn Mes'ud'un muhtemelen sözünden dönmüş olduğunu söyler. Şerhu'l-Mevâkıf ta da bazı surelerin Kur'an'dan olmadığına dair mevzu rivayetler olduğu fakat bunların Kur'an'ın tümünün tevâtüren nakledilmiş olması karşısında hiçbir mânâ ifade etmediği vurgu­lanmaktadır.

 

Muavvizeteyn'in faziletine işaret eden başka hadisler de vardır. Bunlar­dan bir iki tanesinin mealleri şöyledir:

 

"Bu gece indirilen âyetleri görmedin mi? Onların bir benzeri hiç görül­medi: ve

 

Ukbe (r.a.) dedi ki "Ya Resulullah! Bana Hud ve Yusuf surelerinden âyetler okut" dedim. Resûlullah (s.a.v.):

 

"Ey Âmir'in oğlu Ukbe! Sen Allah'a karşı Felak ve Nas surelerini oku­maktan daha sevimli ve onun yanırida daha belîğ bir şey okuyamazsın. Eğer her namazda onları okuyabilirsen oku" buyurdu.[İbn Hibbân, Sahih, III, 159.]

 

Câbir b. Abdullah (r.a.)'den; demiştir ki:

 

Resulüllah (s.a.v.) bana:

 

"Ey Cabir, oku" buyurdu.

 

Anam babam sana feda olsun ya Resulallah, neyi okuyayım, dedim.

 

buyurdu, ben de onları okudum. Sonra Efendimiz (s.a.v.):

 

"O ikisini oku, çünkü sen onlann bir benzerini daha okuyamayacaksın" buyurdu.[İbn Hibbân, Sahih, II, 84.]